Bir Doğu Masalı: Mardin

20.03.2014 15:36

Bir Doğu Masalı: Mardin

İlmek ilmek örülmüş, göz kamaştırıcı detaylarla dolu asırlık evleriyle, geçmişin ihtişamını günümüze taşıyan Mardin’de, sokakların huzur dolu sesi kulaklarımıza eski zaman hikâyeleri fısıldıyor.

Bir Doğu Masalı: Mardin
 

Mardin, tarihin en köklü uygarlıklarını koynunda büyütmüş, kültürler kavşağı Anadolu’nun en görkemli parçalarından biri. Pek çok medeniyete tanıklık etmiş bu kadim şehri keşfetmenin en iyi yolu yürümek. Şehri tanıdıkça görüyoruz ki Mardin’de olmak, çok kültürlü ve çok renkli bir yerde soluk alıp vermek demek. Prenseslere layık ışıltılı bir gerdanlığa benzetilen Mardin’de görülmeye değer yer çok. Şehrin merkezinde boylu boyunca uzanan ana caddeden yukarı doğru tırmandığınızda, Mardin’in güzelliği sizi de etkilemeye başlayacak. Rüzgârlı terasların altından geçerek sokakları birbirine bağlayan abbara isimli küçük tünellerde güvende; eski bir evin terasına konuk olduğunuzda, alabildiğine ferah ve engin hissedeceksiniz. Tıpkı şehrin çocukları gibi... 

KÜLTÜRLER KAVŞAĞI

  Bir Doğu Masalı: Mardin
Mardin, Diyarbakır Havzası’nın hemen kıyısında dev bir yüzük taşını andıran kalenin etrafında, usta bir el tarafından yapılmış göz alıcı bir süsleme gibi duruyor. Mardin’de hemen her köşe başı, yeni bir fotoğraf karesine ya da yeni bir sürprize açılıyor. Taş konakların işlemeli pencerelerinden Mardin Ovası’nın sonsuzluğunu izleyen kadınlar, medrese ya da kilise önlerinde nazar boncukları satan çocuklar, gümüş işleme atölyelerinde çalışan zanaatkârlar... Yanınızda rehber kitaplar olsa bile çocuklar size her an rehberlik etmeye hazır. Kasımiye Medresesi’nin dillere destan güzelliğiyle tanıştığınızda şehrin tam kalbindesiniz demektir. Ulu Cami ve Mardin Müzesi biraz daha ileride. Mardin Kalesi ise tam tepede. Kırklar Kilisesi ve Revaklı Çarşı derken işte karşınızda bütün Mardin evlerinin az çok aynı açıyla yüzünü döndüğü manzara: Yukarı Mezopotamya Ovası’nın baş döndürücü bozluğu… Ovanın kıpırtısızlığına karşı, binlerce yılın birikimiyle vakur bir başı andıran dev bir kültür kenti. Bu boz denize dalıp gitmek isteyenler için en ideal mekânlardan biri kalenin eteklerindeki Zinciriye Medresesi’nin çevresi. Deyrulzaferan Manastırı’nı görmek içinse şehrin biraz dışına çıkmalısınız.  

DOĞUNUN BEREKETİ
Mardin’de taşın şiirine kulak verirken yolumuz ana yolun güneyinde genişçe bir alana yayılan çarşı bölgesine düşüyor. Burada sadece birbirinden güzel ipek dokumalara değil, her çeşit işlemeli ve işlemesiz kumaşa, Orta Doğu’dan getirilmiş şallardan Hint işi batiklere kadar hemen her zevke göre bir şeylere rastlamak mümkün. Turistlerin dev bir panayır alanına bakar gibi meraklı gözlerle incelediği çarşı bölgesi, Mardin’in bir zamanlar sahip olduğu ticari canlılığın izlerini hâlâ taşıyor. Kentin ana caddesi de geleneksel ve modern dükkânların bir arada bulunduğu bir çeşit çarşıya dönüşmüş. Çocukluk anılarımızın cazibesine kapılıp, ana yol üzerinde fazlasıyla dikkat çeken stüdyoların vitrinlerindeki Mardin hatırası fotoğraflarına yöneliyoruz. Çoğunluğu gece çekilmiş, ışıklar içindeki kent fotoğraflarının süslediği stüdyo vitrinleri, insana adeta Mardin fotoğrafları sergisi keyfi yaşatıyor. Çekiçlerin ritmik melodisinin peşinden giderek köşe başını döndüğümüz anda kendimizi Bakırcılar Çarşısı’nda buluyoruz. Bakırın, ustaların elinde bakraçlara, tepsilere, cezvelere dönüşmesine; ince ince desenlerle bezenmesine tanık oluyoruz. Gün boyu ustalık yüklü havayı soluyarak ter döken kalaycılar da bakırcılarla yan yana. Tahta kepenkli bu geleneksel dükkânlar asırlardır olduğu gibi yine zamana direnmeyi sürdürüyor.   

MARDİN SOFRASI
Orta Çağ’ın zarafetini günümüze taşıyan tarihi Mardin evleri, görkemli silüetini taş ustalarına borçlu. Cercis Murat Konağı, Erdoba Evleri ile günümüzde Gazipaşa İlköğretim Okulu olarak kullanılan Cebburilerin Evi’ni ziyaret ettiyseniz eğer, Munganlar, Ensariler ve Tatlıdedeler gibi Mardin’in köklü ailelerine ait zarif konaklara yolunuzu düşürmelisiniz. Hatta kapısını çaldığınızda rahatça bir Mardin evine konuk olabilirsiniz. İşlemeli ağır mobilyalar, camlı gömme dolaplar, avizeler, mangallar ve dev aynalarla süslü Mardin evlerinde, size bir Halil İbrahim sofrası kurarlarsa da sakın şaşırmayın. Kapalı bir tür lahmacun olan sembusek, haşlanmış içli köfte, kaburga dolması, cevizli sucuk, sumak şerbeti, zerde ve badem şekerini eksik etmeyen Mardinlilerin sofrası, Doğu’nun mistik tatlarının bir resmigeçidi sanki. Unutulmaz bir ziyafetten sonra yine Mardin sokaklarındayız. İç içe geçmiş çarşılardan geçerek kapıları, tokmakları ve oymalı pencereleriyle kentin ilmek ilmek dokunmuş tarihi dokusuyla tanışıyoruz. Marangozlar Çarşısı’ndaki atölyelerin arasında, giriş kapısı zar zor fark edilen bir esnaf kahvesinde mola vermek iyi fikir. Sabah saatlerinde, taş duvarları safran sarısı bir ışıkla yıkanan mekânın içinde, tahta masa ve sandalyelerde oturan müdavimler tatlı bir sohbette. Mırralarımız güm güm adı verilen geleneksel cezvelerden minicik fincanlara dolarken, gözlerimiz teraslarda uçurulan paçalı güvercinlere dalıyor. Hızla yere doğru dalışa geçen sonra da taklalar atarak minare boyu yükselen barışın simgesi güvercinler, masmavi göğe karışırken güneş uçsuz bucaksız Mardin Ovası’nı mora boyuyor… Pastoral tabloları aratmayan bu eşsiz manzara ile Mardin’e veda ediyoruz.